19 Ağustos 2015 Çarşamba

Milliyet "Pembenar" da çıkan yazım ..



“Kadına şiddet “
Gün geçmiyor ki bir gün  kadına şiddet içeren bir haber görmeyelim. Her gün haber kanallarında, haber içerikli internet sitelerinde, hatta an be an sosyal medya üzerinden (facebook, twitter vs.) bu haberleri takip ediyoruz. Duymak istemesek de bu haberlere maruz kalıyoruz: Çünkü kadına şiddet durmaksızın devam ediyor.  Peki … “Kadına şiddete hayır!”, “ Kadın cinayetlerine son!”  hashtag-leriyle sosyal medya üzerinden yapılan kampanyalar ne kadar işe yarıyor? Sesimizi kimler duyuyor? Ya da aslında çözüm bu kadar kolay değil mi?
Aslında o kadar çabalara, çıkan seslere rağmen tüm bunların sonlanması, çözüm yolunun bulunması o kadar da kolay değil: Çünkü toplumun temelinden gelen kadına ve erkeğe farklı bir bakış, bir cinsiyet ayrımcılığı söz konusu. Aslında temelden bu görüş ve düşünceleri “eğitimle” sarsmadan, yerinden oynatmadan çok farklı tablolarla karşılaşılacağını düşünmüyorum.  Ve hepimizin de bildiği gibi eğitim önce ailede başlıyor.
Doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarına konulan isimlerden tutun onlar için hazırlanan eşya renklerine kadar onları direkt cinsiyetlerine göre konumlandırmış oluyoruz aslında. Kız çocuklar pembe odaya doğarken erkek çocuklar mavi odaya doğuyor. Ya da bir erkek çocuğunun odası Spiderman figürleriyle doldururken kız çocuğunun odası Barbie figürleriyle dolduruluyor. Yani erkek çocuğu bir Spiderman kadar güçlü ve belki saldırgan olmak zorundayken kız çocuğu bir Barbie bebeği kadar güzel narin özelliklerini taşımaya zorlanıyor. Biraz daha büyüdükçe erkek ve kız çocuklarının birbirlerine karşı merakları başlıyor. Bu dönemle birlikte kız çocuğuna söylenen sürekli olarak derli toplu oturması, üstünü başını toplaması kavga etmemesi iken erkek çocuklarının saldırgan davranışları “Afferim oğluma” diye tebrik ediliyor. Hatta bildiğimiz gibi “Göster amcaya” gibi sözlerle erkek çocuğuna bunun ayıp olmadığı mesajı veriliyor. Erkek çocuğu böylece saldırganlığının kabul gördüğünü hatta ödüllendirildiğini gördükçe her şeyi yapabileceğini buna izni olduğunu düşünmeye başlıyor. Biraz daha büyüdükçe ilk önce evde varsa kız kardeşlerine bu düşünceleri uygulamaya koyuluyorlar. Çoğu Türk ailesinde gördüğümüz gibi kız kardeşler erkek kardeşlerine ve abilerine hizmet etmeye başlıyorlar. Çünkü bu hem aile tarafından hem de erkek çocukları tarafından istenen bir durum. Kız çocukları terbiyeli namuslu olmak  eve erken gelmek üstünü başını toplamak bacakları kapalı bir şekilde oturmakla yükümlüyken erkek çocukları küfür ettiklerinde, bir kıza karsı ilgi duyduklarında, hatta cinsel bir girişimde bulunduklarında sırtları sıvazlanıyor; eve istedikleri saatte gelebiliyor ve hatta kavga ettiklerinde “Aslan oğlum” denilerek gururlanılan varlıklar haline getiriliyorlar.
Burada en büyük sorumluluğun anne ve babada olduğu oldukça açık. Cinsiyete göre davranışları yönlendirme biçimleri çocukların düşünce yapılarını karşı cinse olan tutumlarını belirliyor. Sonuçta her yaşta olduğu gibi kendini erkeklerden korumak ve savunmak zorunda olarak yetişen kadınlarla ; kadınlara her istediğini yapabileceğini öğrenen erkekler karşı iki kutup oluşturuyor. Ve her gün duyduğumuz cinayetler  işte kadınlara her şeyi yapmayı kendine hak gören erkekler tarafından işleniyor. Yani çocuklarınıza bu katı cinsiyet rollerini yüklemekten ziyade onları iki cinsiyetin de birbirine eşit olduğu düşüncesiyle büyütür, karsısındaki insana önce insan olduğu için sevgi ve saygı duymayı öğretir ve özgürlüklerinin ötekinin sınırlarının başladığı yerde sonlandığını  her fırsatta anlatırsanız belki gelecek nesillerle bu bilinçle kadına olan şiddetin yok olduğuna hep birlikte şahit oluruz...Kimbilir...

                                                                                         Psk. Eda Şentürk

http://www.milliyet.com.tr/psikolog-eda-senturk/pembenar-yazilari/
http://www.milliyet.com.tr/-kadina-siddet--pembenar-yazardetay-saglik-2104125/

29 Haziran 2015 Pazartesi

Depresyonda olduğunuzu nasıl anlarsınız?




Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı (DSM-4) ' e göre depresyonun kriterlerini paylaşarak başlamak istiyorum.

DSM-IV’e (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) göre aşağıdaki 9 belirtiden en az 5’i aynı 2 haftalık süre içinde gösterirse major depresyon tanısı konur. Bu belirtilerden biri mutlaka depresif mod veya hayattan zevk almama (anhedoni) veya çevresine karşı ilgisizlik olmalıdır. Major depresyonun 9 semptomu şunlardır:

1. Her gün, gün boyu süren depresif duygudurum (Üzgün, boşlukta hissetme, ağlamaklı görünüm)
2. Her gün ve gün boyu süren etkinliklere ilgide azalma, eskisi kadar zevk alamama
3. Önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımı
4. İnsomnia ya da hipersomnia (Uykusuzluk ya da aşırı uyuma)
5. Psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (davranışlarda aşırı artma ya da gerileme)
6. Yorgunluk, bitkinlik ve enerji kaybının olması
7. Değersizlik, aşırı ya da ugun olmayan suçluluk duyguların (sanrısal=gerçek dışı yargı) olabilir
8. Düşüncesini yoğunlaştırmada azalma ya da kararsızlık
9. Yineleyen ölüm düşünceleri (intiharla ilgili).

Bu semptomları iki haftalık süreç içerisinde en az 5 ini taşıyor olmak ve bu 5 semptomlardan 1 ve 2. maddeyi özellikle taşıyor olmak depresyonda olduğunuzun göstergesidir.
Hepimiz hayatımız boyunca depresyona en az bir kez girmiş olabiliriz. Bu dönemlerde karamsarlığımız artar, mutsuz olduğumuzu, yalnız olduğumuzu ve bunun asla düzelmeyeceğini düşünürüz. Hayatta zevk aldığımız şeylerden artık zevk alamadığımızı görürüz ve bu çoğu zaman bizde iştah kaybı ya da çok yeme, uykusuzluk ya da çok uyuma şeklinde gösterir. Genelde böyle zamanlarda bu his ve düşüncelerimizin asla değişmeyeceğini hayatımız boyunca mutsuz olacağımız yönünde umutsuzluklara kapılırız. Bu umutsuzluklar bizi ölüm düşüncelerine kadar götürebilir. Buraya dikkat! Eğer hayattan zevk alamadığınız ve asla alamayacağınız yönündeki karamsarlıklarınız çok yoğun bir şekilde sizi çıkmaza sürüklüyor ve iş ölümü düşünmenize kadar geliyorsa burada bir yardım almakta fayda var. Yeter ki bulunduğunuz durumdan kurtulabileceğinize ufak da olsa inanın. Çünkü depresyonun tedavisi hem farmakolojik hem de psikolojik olarak mümkün. Tedavi olmak için bir psikiyatrist ya da psikoloğun hatta ikisinin de kapısını çalmanız yeterli. Sonrasında her şeyin nasıl düzeldiğini bunun kalıcı bir durum ve rahatsızlık olmadığını göreceksiniz. Kimimiz bu konuda daha şanslı olacaktır. Her tedavi herkese aynı etkide işe yaramayabilir. Bu depresyonunuzun uzunluğuna sıklığına, yaşamsal zorlantılarınıza, genetiğinize bağlı olarak değişmektedir. Ancak sonuç olarak depresyon tedavisi olmayan bir bozukluk değildir.
Aşağıda sizlerle paylaştığım linkte Beck Depresyon Ölçeği'ne ulaşabilir ve kendiniz bu ölçeği uygulayabilirsiniz. Böylece depresyona ne kadar yakın ya da uzak olduğunuzu görmüş olacaksınız.

http://www.ogelk.net/formlar/diger/beckdepresyon.pdf

Ve buradan alacağınız puana göre:

1 - 10: ARASI PUAN NORMAL
11 - 16: HAFİF RUHSAL SIKINTI
17 - 20: SINIRDA KLİNİK DEPRESYON
21 - 30: ORTA DEPRESYON
31 - 40: CİDDİ DEPRESYON
40 ÜZERİ: ÇOK CİDDİ DEPRESYON

17 VE ÜZERİ UZUN SÜRELİ PUANLAMA TIBBİ DESTEK ALMANIZI GEREKTİRİR.




24 Haziran 2015 Çarşamba

Günün sözü..

Yapılan araştırmalara göre akıllı insanların daha alçakgönüllü olduğu bu sebeple kendilerini niteliklerini hayatlarının her aşamasında yetersiz gördükleri fakat cahil insanların ise  niteliklerinin olmadığının bile farkında olmadığı için herseyi bilen bir tavır sergiledikleri bildiklerinden de neredeyse emin oldukları gözlemlenmiş. Bu sebeple de akıllı ve nitelikli insanlardan çok cahil ve niteliksiz herşeyin bilgisine hakim olduğunu düşünen insanlar yani cahil özgüvenine sahip dediğimiz insanlar daha üst mevkilere gelebilmiş . Burda ihityaç olunan şey akıllı insanların niteliklerinin farkında olması kendine güvenmesi sahip olduğu akıl ve bilginin istediklerini gerçekleştirmede yeterli olacağını düşünerek cesur adımlar atması. Böylece üstünüzdeki insanlar orayı hakeden insanlar olabilir. Ya da o üst siz olabilirsiniz !

23 Haziran 2015 Salı

Melek Damlaa...

Bugün bir haber aldımm.. Kötü bir haber hemde birkaç ay geçmiş bile Damla melek olalı.. Hala inanamıyorum o hayat dolu herkese neşe saçan güzeller güzeli Damlaa.. Ameliyattan sonra bile oyun oynayan bize Caviti anlatan şirin Damlaa.. Küçücük yüreğine kocaman sevgiler sığdırmış melek Damla.. Sen hayattan hiç vazgeçmemiştin oysa hayat senden vazgeçmiş böyle olması gerekiyormuş sen hepimizin hatrında o kadar güzel anılar bırakmıssınki seni gülümsemeni oyun oynamak için çıldırmalarını Cavit e olan sevgini şarkı söylemelerini göbek atmalarını dünyaya sığmayacak kadar büyük umutlarını hayallerini oyunlarını unutmam mümkün değil... Dünyaya cok erken veda etmişsin Damlam..burası senin için fazlaca kötülük dolu bir yerdi eminim orda daha mutlusundur ..Sen melek olarak bize gülümserken biz bu dünyada yasamaya devam etmek zorundayız.. Sana tüm bu siyahlığın içinden bembeyaz bir selam yolluyorum.. ✋

19 Haziran 2015 Cuma

Sorunlarınızın çözümü koşulsuz sevgide mi?


Sorunlarınız olduğunda kendinizi kötü hissedersiniz ve en büyük kötü şeyler sizin başınızda gibi gelir bu sarmaldan asla çıkamayacağınızı düşünürsünüz. Bu yüzden sadece kendinize ve sorununuza odaklanır ve başka hiç bir şey düşünemez olursunuz. Hatta insanları düşüncesiz oldukları için yargılayabilirsiniz de ancak sunu unutmayın ki size böyle zamanlarda istediğiniz ilgi sevgi şefkat tahammül göstermesi gereken insanların da sizin düşünmediğiniz bilmediğiniz sorunları olabilir. İnsanları yargılamadan önce onların hayatları hakkında fikir sahibi olmalı ve kafanızı kaldırıp onlara da bakabilmelisiniz. Karsınızdaki insanlar da sizden aynı sevgi şefkat ve ilgi bekliyor olabilirler. Sebebi her ne olursa olsun onları da hayatlarında kötü hissettiren mutsuz oldukları şeyler olabilir özellikle böyle zamanlarda karşılıklı anlayış oldukça önemlidir. Sadece ben ben derseniz beceremese bile sizin yanınızda olmaya çabalayan insanları göremez bu sırada onlara da haksızlık edersiniz. Kimsenin sorunları kimseden ne kadar büyük ve küçük bilemezsiniz. Aynı şekilde sizin başkalarına asla göstermediğiniz hatta hiç sorunu olduğunu görmediğiniz insanlardan sonsuz tahammül de bekleyemezsiniz. Size ancak kendi hayatında da mutlu ve huzurlu insanlar sonuna kadar tahammül edebilir belkide .. Ama zaten ilgi sevgi şefkat görmemiş biri size bunları veremez. Kendisine tahammül gösterilmeyen biri başkasına tahammül edemez. Bunu anlayabilirseniz ya sorunlarınız varken sorunları olduğu ve yalnız hissettiği birinin de sizin kadar buna ihtiyacı olduğunu görürsünüz. Ama isterseniz..istemezseniz de size iyi gelecek başka denizlere açılmak yalnız kalmak tercihleriniz olabilir ancak siz karşınızdakini o da sizi görmezden gelmez ve bu tahammülsüzlük içinde birbirinizi kırmak için uğraşmazsanız kaybetmenize başka denizlere açılmaya yalnız kalmaya gerek kalmayacaktır. Sadece biraz daha anlayış biraz daha empati hepsi bu. Hayatınızda olmasını istemediğiniz insanları yalnızlığınızla cezalandırmayın. İstemiyorsanız size iyi gelmiyorlarsa bırakın gitsinler. Zaten yeterince yalnızlar yalnızlığınızı kendi basına yaşayın bırakın onlarda hem kendi hem sizin yalnızlığınızın ıstırabını çekmesinler. Bencil olmayın karşındakini düşünmek hiç bir zaman bu kadar zor değil. Karşınızda bir insan olduğunu unutmayın. Eğer hayatınızdan gitmesini istemiyorsanız da ona bazı şeyleri açıklamak durumundasınız. Yeterince kırılmış insan varken daha fazla kırmayın incitmeyin sadece ona sarılın özür dileyin sorununuz olduğunda bunları yapmama lüksünüz olduğu anlamına gelmez: çünkü hayattaki sorunlarınız sorumluluklarınızı ortadan kaldırmaz. Hayatınızdaki her sorunda sorumluluklarınızdan vazgeçecekseniz sorumlu olduğunuz insanları bir kenara atacaksanız daha fazla kendinize de ona da hayal kurdurtmayın. Sizin ne olursa olsun yanınızda olmasını istediğiniz beklediğiniz her şart ve koşulda sevilmediğinizi düşündüğünüz insanlarda aynı şeyleri düşündüğü için size bunu veremeyebilir. Herkes herşeyi öylesine kabul edemez. Koşulsuz sevgi vardır ama anneyle olanda bile sınırlar vardır. Bazen anneniz bile sizi koşulsuz sevmezken kimseden sizi herşeyinize evet diyecek kadar sevmesini bekleyemezsiniz. Koşulsuz sevgiyi yaşamamış birinden koşulsuz sevgiyi istemek bencilce olur. İki insanın birbirinden beklentileri olacaktır. Çok büyük beklentilerse tabi ki durup düşünmekte fayda vardır ama bunlar zaten yapmanız gerekenlerse küçük şeylerse o kadar da fedakarlık edebilmelisiniz yapamıyorsanız da bunun daha fazla sözünü vermemeli hayalini kurdurtmamalısınız.

Kendimden özür diliyorum..

Kendimden özür diliyorum..Yaşadığım süre boyunca hep merhametimin arkasından yürüdüm, beklentilerimi arkada bıraktım. Kimseden bir şey beklemedim, doğrusu bu sanıyordum çünkü. Yaşadıklarımı yaşayamadıklarımı içimde sakladım, sustum bastırdım olsun dedim insanlık bende kalsın. Ben en iyisini yaşatayım ki istemeye yüzüm olsun dedim. Verdim, hep verdiim karşılığını alıp alamadığıma bakmadan, aslında güçlü olmak değildi istediğim, ama olmak zorundaydım ve bırakıldım. Kendimi hep erteledim. Kimsenin beni anlamadığını bildiğim halde hayatıma girenleri bana verilmiş bir görev olarak gördüm. Herkesi mutlu etmek zorundayım sandım. Benimde mutlu olmam gerektiğini unutmuşum meğer.. Görevim neyse en iyisini yapmalıydım ki vicdanım rahat etmeliydi. Birilerinin de bana karşı görevleri olduğunu hiçe saymışım oysa... Ne yazık ki; Bana verilen rolleri en iyi şekilde oynarken onların rollerini iyi oynayıp oynamadığına hiç bakmadım. Karşımdakilerin eksiklerini tamamlamaya çalışırken, onların hatalarını görmeye vaktim kalmamış sanki. Beni üzmelerine bakmadan, karşılığında ne aldığıma ne hissettiğime aldırış etmeden hep verdim.. Kendimi nasılda unutmuşum.. unutturmuşlar aslında. Paramparça olmuş kalbime, cayır cayır yanan içime doğruları söylemeye çalışan beynime, mutsuz yüzüme hep sus dedim. Sen sus... Kendime haksızlık ettim, kimseye etmediğim kadar. Herkesi dinledim kendimi dinlemediğim kadar. Kimse benim yüzümden mutsuz olmasın diye, hiç bir şeyin sebebi ben olmayayım diye mutluluk oyunlarımı oynadım.. Yetmedi yeni oyunlar buldum. Ama bir gün bir bakmışım ki paramparça olmuşum. Tutunacak tek duygu bırakmamışım kendime. kendimi teselli edecek tek şey yokmuş hayatımda. Allak bullak olmuşum.. Kendimi aramaya çıktığımda yorgun, yılgın, bitkin bir köşede saklanıp ağlayan bir erkek çocuğu olarak buldum. Ve ona elimi uzattım diyebildiğim tek şey GEÇTİ, bir daha seni kimse üzemeyecek. Şimdi senden özür diliyorum. Seni bu kadar hiçe saydığım için, insanların seni bu kadar üzmelerine müsade ettiğim için, seni hiç bir zaman dinlemediğim için, üzerine bu kadar sorumluluk yüklediğim için, hakkın olan bütün duyguları sana yaşatmadığım için... Şimdi tekrar söylüyorum. İnsanlığından, kalbinden, duygularından, çocukluğundan, hislerinden çok özür diliyorum... Galiba ben almadan vermenin Allah'a mahsus olduğunu unutmuşum...

İclal Aydın (http://bogurtlenkisi.com/index.php?newsid=50) (Alıntıdır.)



*Bu yazıyı paylaştım çünkü hem kendimi bulduğum hem de birçok kişinin kendini bulacağına inandığım bir yazı. Bazı insanlar karşısındaki insanları kaybetmemek için onlara elinde ne varsa hepsini verir sonuna kadar kullanır. Gelinen noktada ise karşı taraf almaya o kadar alışmıştır ki bu fedakar her şeyi önüne seren insana bir şeyler vermeyi aklına bile getirmez. Verici olan tarafın verecek birşeyi kalmadığında birşeyler dank eder ve karşıdan birşeyler beklemeye birşeyler alabilmek için çırpınmaya başlar. Ancak karşı taraf vermenin ne demek olduğunu bilmediği için beklentileri karşılayamaz ve kendinden veren kişi kendinde de hayata tutunacağı hiçbir şey bulamaz çünkü herşeyi karşı tarafa çoktan teslim etmiştir. Kendine hiçbir şey bırakmadığını ve karşısında ona hiçbir şey vermeyecek biri olduğunu gördüğünde orası ya onun için bir dönüm noktası olacak ya da çırpınmaya devam edecektir. Çırpındıkça bu sarmaldan kurtulamayacak ancak dönüm noktası olarak kullanabilirse belki de bir sonraki kişiye kişilere bunu yapmayacaktır. Bazen gerçekten kendimize sormamız gerekir. Bugün diğer insanlar için değil kendini mutlu etmek için ne yaptın ? Diğer insanları kaybetmemek için geldiğin noktada kendinden çok şey kaybetmedin mi? Şimdi hala kaybetmeye devam mı edeceksin? Yoksa kendinin mutlu etmenin yollarını mı bulacaksın ? Seçim Senin !..* Psk.Mask

Burada kadın olmak..






Can ve ruh güvenliğimiz her an tehlikede bu ülkede .. Anneler babalar erkek çocuklarını her şeyi yapabilir olarak yetiştirip sırtını sıvazlayıp aslan oğlum deyip kızlarını ise hiçbir şey yapamaz olarak yetiştirip her yaptığını suç görüp baskı altında büyüttükleri için bu erkekle kadın arasındaki uçurum.. Her şey ilk önce ailede başlar erkek çocuklarınıza kadınları sevmeyi öğretin.. Keyifleri için bir kadının aslında bir insanın ruhunu bedenini hiçe saymamayı öğretin. Kadınların bir obje olmadığını kafalarına estikçe hırpalayacakları bir oyuncak olmadığını dünyadaki en kırılgan hassas duygusal varlıklar olduğunu öğretin. Öğretin ki annesine ablasına kız kardeşine yapılmasını istemediği şeyi başka bir kadına yapmayı aklından bile geçirmesin.



18 Haziran 2015 Perşembe

Bir gemi batarken..

Bir gemi batarken ilk once en degersiz esyalar en işe yaramayanlar en once gozden cikarilabilecekler atilir denize..yük hafifler böylece ve geminin batması sadece biraz daha gecikir. hesaba katılmayansa hiç düsünülmeden gözden cıkarılanların kendi geçmişi hatırası yaşamı zorlukları amaçları ve en önemlisi batmaya mahkum edilmiş hayalleridir. gemi batarken nelerden vazgectiğine son kez bakmalı insan çünkü vazgectikleri denizin dibini boyladığında onları birdaha geri getirmek mümkün olmayacak. Gemi batarken aşağı ittiğiniz elinden tutmadığınız kendinizi kurtarmak için yükünüzü hafifletmek için attıgınız hiç bisey ve hiç kimse gemi kurtarıldığında sizin elinizden tutmayacak çünkü ya hayalleri ölmüş olacak ya da kendisi..




Yalnızlık..




Yalnızlık deyince herkesin aklında farklı şeyler çağrışım yapabilir. Kimi için fazla kaygı dolu olan bu kelime kimisi için de huzurun karşılığıdır. Olması gereken hangisidir ya da olması gereken diye bir şey var mıdır? Yalnızlığı büyük bir korku ve kaygıyla yaşamakla yalnızlıktan çok fazla zevk almak arasında bir yer de mi yalnızlık en doğru yerini alır? Yani aslında yalnızlığın çok korkunç olmadığı aynı zamanda yalnızlığımıza da sahip çıktığımız bir yerde yalnızlığı konumlandırmak en iyisi olur herhalde ki çünkü gerçekten de uçlarda yaşanmadığı sürece insanın ruhunun zihninin bedeninin ihtiyacıdır yalnızlık..Düşünmek için..dinlenmek için ve hatta üretmek bir şeyler ortaya koyabilmek için..Yalnızlık özgürlüktür belkide bu özgürlüğünüzü tamamiyle kaybettiğinizi anlarsanız nefes alamadığınızı da farkedersiniz.. Nefes almak için henüz hala özgür kalabildiğimiz yalnızlık zamanlarımıza hepimizin ihtiyacı var. Tabi bu zamanları kendimiz için verimli hale getirmemiz de mümkün. Gerektiği kadar verimli huzurlu ve özgür yalnızlıklar diliyorum. Yalnızlığınızı kendi başınıza kalabildiğiniz nadir eşsiz anları kimsenin elinizden almasına izin vermeyin ..!

3 Haziran 2015 Çarşamba

Sabahattin Ali ile ..

Hadi Güne Başlayalım :)


Hayatta Hiçbir Zaman Kafamızdaki Kadar Harikulade Şeyler Olmayacağını Henüz İdrak Etmemiştim.

Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna


Hayatta işlerin her zaman yolunda gitmediğini ilk ne zaman farkettiniz? Herseyin size bağlı olmadığını, sürekli olarak bir ötekinin arzusuyla sarmalandığınızı ve tam da bu yüzden herseyin sizin arzunuzdaki kadar harika olmadığını idrak ettiğinizde aslında gerçeğin kıyısına işte o zaman yaklaşmış olursunuz..